Hayatın her alanında olduğu gibi sporda da belli yazılı olmayan kurallar vardır. Nedenini kimse bilmese de herkes bu kurallara uymayı tercih eder. Mesela tenis oyuncusu bir erkekseniz jilet gibi kıyafetlere ve muntazam tıraş olunmuş bir yüze sahip olmanız beklenir. Belki ilerleyen yıllarında kirli sakala geçiş yapan Boris Becker ve 70’lerin sakal rüzgarını benimsemiş Björn Borg, bu tek tipliğin dışında tutulabilir.
Bir de oyuncuların ciddi, asil, tiyatro sahnesindeymişçesine davranması da yazılı olmayan kurallar arasında. Tenisin en “asil” sporlardan biri olarak kabul edilmesinde ciddiyetin de etkisi var. Bunu da zaman zaman Djokovic’in çiğnediği söylenebilir.
Yani kurallar net ve müsamaha çok az. Ancak bir isim var ki hikayesindeki Kemalettin Tuğcu esintilerine aldırmadan tüm kurallara meydan okuyor.
Bazı sporseverler daha önce bu ismi duymuş olabilir. Bir zamanların 1 numarası Alman Boris Becker ile yıllar önce yaptığı maçtaki başarısı kadar oyuna kattığı eğlence, rakibiyle ve seyircilerle yakaladığı iletişim ve korta hakimiyetiyle isimsiz videoların kahramanı olan bıyıklı tenisçi, yani Mansour Bahrami, tenis sporunun sadece elitizmle değil eğlenceyle de harmanlanabileceğini herkese göstermişti.
Bacak arası vuruş yaparak, sahte servisler kullanarak ya da çizgiden fileye sinsi sinsi yürüyerek oyuna hareketlilik getiren Mansour, tabii ki bunları yaparken rakipleri dünya şampiyonları da olsa onlara rahatlıkla meydan okuyacak kadar yetenekliydi. Peki ama kimdi bu “pala bıyıklı” Mansour Bahrami ve madem o kadar yetenekliydi, neden Grand Slam tarihine kupalarla damga vuramadı?
Kardeşim Dedim, Acılarıma da Kardeş Olur musun?
1956’da İran’da doğan Mansour, hayatın daha zor yaşandığı bölgelerden birinde doğmanın sancısını uzun yıllar çekeceğinden muhtemelen habersizdi. Yoksul bir ailenin üyesi olduğu için erken yaşta çalışma hayatına atılır ve tesadüf o ki burası bir spor tesisidir. Yani tenis için çocukluk aşkı denilebilir. Ancak parası raket almaya ya da bu tesisin bir üyesi olmaya yetmez. O da başka bir çözüm bulur.
Nasıl ki biz küçükken elimize geçen her yuvarlak cismi direksiyon yapıp araba sürdüysek küçük Mansour da tava, süpürge, faraş, avuç içi gibi araçları tenis raketi olarak kullanır. İmkânsızlık denilen şey bir çocuk için ne zaman engel olmuş ki!
Gizli gizli kortta ya da duvara karşı oynayarak oyunu öğrenmeye çalışır. Tabii ki sık sık yakalanır ve her seferinde stüdyoda hoş olmayan dakikalar yaşanır. 7 yaşındaki bir top toplayıcının tenis oynaması doğal olarak yasaklanmalı!
Şeşi Car ve Pencü Se
Ancak bir gün şans Mansour’un da yüzüne güler ve İran Tenis Federasyonu başkanının dikkatini çeker. Yani 13 yaşına geldiğinde gerçek bir raketi ve takım arkadaşları olur. 3 yıl sonra da İran Milli Takımı ile Davis Cup’ın yolunu tutar. 23 yaşına kadar her şey iyi giderken 1979 İran Devrimi, soluk kesen değişimleri beraberinde getirir.
Batılı bir spor olarak görülen ve hem elit hem de kapitalist olarak algılanan tenisin İran’da yasaklanmasıyla bambaşka bir dünyaya geçiş yapar ve kendini profesyonel tavla oyuncusu olarak bulur.
3 yıllık tavlacılığın ardından ülkesini terk ederek 1982’de Fransa’ya yerleşen Mansour Bahrami, 1986’ya kadar sadece Fransa’daki tenis turnuvalarında boy gösterir. Ancak kaybolan yılları formunu etkilediği için üst düzey performans göstermesi neredeyse imkansızdır. Buna rağmen 33 yaşına geldiğinde Roland Garros, Monte Carlo, Hamburg, Stuttgart gibi önemli tenis turnuvalarında finale kadar yükselir. 1933’te de tekrar Davis Cup’a katılır ve yine İran’ı temsil eder. 1997’de ülkesi için son kez raket salladığında da neredeyse 42 yaşındadır.
Acı Çekmek Özgürlükse…
Aslında buraya kadar anlatılan kısım için “zorluklarla geçen bir hayatın yıldıramadığı sporcu hikayesi” demek zor olmaz. Tabii ki bu da büyük bir başarı örneği, ancak Mansour Bahrami’yi farklı kılan, sporun aynı zamanda eğlence olduğunu bugün bile unutmuyor olması.
Fransa Açık gibi bir turnuvada bile oyundan sıkıldığı için ya da oyunu çok kolay bulduğu için işi eğlenceye vuran ve adeta bir şov icra eden Bahrami için kazanmak asla ilk planda olmaz. Onun asıl istediği oynamak, eğlenmek ve eğlendirmek. Çünkü kendisi küçük bir çocukken sadece tenis oynamak için çektiği acıları unutmaz ve onu izleyenlerin bu acıları hissetmemesini, kendisi kadar eğlenmesini ister. Yani sporun unutulmaya yüz tutmuş eğlence ruhunu yaşatmayı sürdürür.
Üstelik bu konuda öyle başarılıdır ki Profesyonel Tenisçiler Birliği’nin (ATP), düzenlediği turnuvalara katılması için para ödediği ilk oyuncu olmayı da başarır. Kısacası çocukluk aşkının peşinden koşmuş bir kahraman Mansour Bahrami. Hayatın zorluğu ve önüne çıkan engellerin onu yıldırmasına, başka limanlara sürüklemesine izin vermemiş ve sonuna kadar mücadele etmiş.
Bugün 60 yaşını aşmış olmasına rağmen hala belirgin bıyıkları ve kendine has hareketleri ile tenis kortlarındaki yerini almayı ihmal etmeyen Bahrami, her yıl çok sayıda turnuvaya katılıyor ve eğlenceyle sporu bir araya getirmeyi sürdürüyor.